Acil Durumda Meditasyonlara Hoş Geldiniz!

Editörden
-
Aa
+
a
a
a
""

Şu anda pek çok acil durumun içinde bulunduğumuz çok açık. Bunlar eyleme geçmeyi gerektiriyor. Ama eylem düşünmeyi ve düşünceli olmayı gerektirir: biz kimiz, değerlerimiz, hedeflerimiz, müttefiklerimiz, imkanlarımız ve güçlerimiz ne? Benzer krizlerle karşı karşıya kalan başkalarından neler öğrenebiliriz, bu krizin ayırdedici özelliği ne ve elimizde ne gibi imkanlar var? Bugün başlattığım bu haber bülteninin başlığını, “Acil Durumda Meditasyonlar” olan bu güzelim zıt anlamlı ifadeyi, büyük gay şair Frank O’Hara’nın bir şiirinden ödünç aldım. Burada yapmayı umduğum şeyin tam da ne olduğunu anlattığını hissediyorum: içinde bulunduğumuz acil durumlarla ilgili olarak sizin için ve sizlerle birlikte kafa yormak, bunlarla ilgili ne yapabileceğimizi düşünmek, nedenler, anlamlar ve açılımlar üzerinde durup düşünmek. Bazen bir acil durumda bile, hatta özellikle de acil bir durumda, kendimizi toparlayıp kavrayışımızı derinleştirmek için düşünceye dalmak (meditasyon), tam da yapmamız gereken şeydir.

Burada şuna dikkat çekmekte fayda var: acil durum (emergency) kelimesinin kaynağında ortaya çıkmak (emerge) anlamı vardır, bir şeyden çıkış ya da yükseliş gibi. Bunun tersi de şeylerin bir araya gelmesini ifade eden merge kelimesidir. Acil durum bir şeylerin parçalanmasının ifadesidir – bu bir kırılma da olabilir açılım da, ve bunun da ortaya çıkış (emergence) ve ortaya çıkan (emergent) kelimeleriyle bağlantısı vardır. Adrienne Marie Browne, Ortaya Çıkan Strateji (Emergent Strategy) başlıklı kitabında şöyle yazar: “ Ortaya çıkış, basit karşılıklı eylemlerin çoğulluğundan nasıl karmaşık sistemlerin ve örüntülerin doğduğunun ifadesidir.”

İşte şu anda ABD’de olup bitenler konusunda aşırı ihtiyatlı, teyakkuzda ve çok öfkeli olmamın nedeni bu; hedef gösterilen toplulukların ve iklimin de mahvedilmesi kalbimi parçalıyor – ama kendimi hiç de yenik düşmüş hissetmiyorum. Biz bir acil durumun içindeyiz. Bu acil durumun özelliği, uzun bir zamandır ortaya çıkmakta olan yeni, daha eşitlikçi, herkesi içeren, diğerkâm ve farkındalığı yükselen bir topluma ayak diretmesi, yeni fikirlerle, yeni haklarla ve siyasetlerle vücut bulan daha iyi bir topluma set çekmesidir. Bu, özellikle adalet söz konusu olduğunda daha iyi bir toplumdur çünkü daha önce varlığı bile kabul edilmemiş hakları koruma altına alır. Daha iyi bir toplumdur çünkü hakikat söz konusu olduğunda tarihi olarak dışlanmış seslere de yer açar. Daha iyi bir toplumdur çünkü doğa söz konusu olduğunda hem doğal sistemlerin zarif içiçeliğini hem de bizim onlardan ayrılmaz varlığımızı tanır.

Bu yeni toplum, çoğunluk için yeterli olanı azınlık için yoksunluk olarak algılayan bir elite ters gelir. Onların itici gücü yetmezlikten, iktidara ve zenginliğe aç bir heyulanın gözü doymazlığından beslenir. Kendi ahlaki, ruhani ve duygusal yoksulluklarının, o iktidarlarını ve maddi zenginliklerini daha da büyütmek için dayatmak istedikleri eşitsiz topluma reva görülen gaddarlıktan ayrı tutulamayacağını görmekten acizdirler. Onlar yüzyıllardır beyaz adamı olumlayan eylemleri meritokrasi olarak ve daha eşit erişim sağlamak için yapılan girişimleri haksızlık olarak görenlerdir. Onlar bir yandan hak edilmemiş ayrıcalıklardan yaralanırken kendilerini doğal olarak üstün gören ama bunu yaparken bile tekrar tekrar soytarıca vasatlıklarını sergileyenlerdir. Onlar, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu hakikatini sadece ahlaki açıdan değil bilimsel olarak da şiddetle inkâr edenlerdir. Zaten bu yüzden de iklim değişikliğiyle ortaya çıkan gerçekleri kendi özgürlük anlayışlarına hakaret sayarlar. Onların özgürlük anlayışı, sonuçlarını hiçe sayarak ne istiyorlarsa onu yapabilmeye dayanır.

Ama onlar bir avuç, bizler ise çokuz. Bu hafta başımıza gelen bir darbedir ama hikâye böyle bitmez: dünyanın her bir tarafında insanların krallara ve diktatörlere nasıl direndiklerinin ve sivil toplum olarak kitabın bir sonraki bölümünü kendilerinin yazdığının örneklerini bulabiliriz. Ben o yeni bölümleri sizlerle birlikte yazmak için buradayım, ABD’deyim. O bölümleri de pek yakında birlikte yazacağız. Bu darbenin çarpıcı özelliği, işlediği aptallıklar. Hiçbir şeyin başka bir şeyle bağlantısı olmadığı inancı budalalıktır; şu anda biz bunun, ortaya çıkacak sonuçları anlamak yetisinden yoksun olmak şeklinde tezahür ettiğini görüyoruz. Bence bu da her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu, gerçek gücün saldırıdan ve tecritten değil ittifaktan ve iknadan doğduğunu anlamamanın bir parçası. Başka ülkelerle ilişkileri dışlamanın bu ülkeyi ve onun ekonomisini zayıflattığını, Grönland’ın siyasi olarak Danimarka’nın bir parçası olduğunu, Danimarka’nın da bir NATO ve AB üyesi olduğunu ve bunlarla dalaşmanın kendi başına iş açmak olduğunu anlamamanın bir parçası. Kanada’ya ve Meksika’ya vergi uygulamanın esas olarak o ülkeleri cezalandırmak değil, Amerikan halkını ve sanayilerini cezalandırmak olduğunu ve daha şimdiden misillemeyle karşılaştığını anlamaktan yoksunlar. Göçmenlere karşı saldırıların aynı zamanda göçmen işgücüne bağımlı olan temel sanayilere karşı bir saldırı olduğunu anlamıyorlar. Federal hükümetin nasıl işlediğini, sağlık hizmetlerinin ve çevre koruma önlemlerinin nasıl sadece ülke içinde değil dünyanın her yanında, kendi zenginliklerinin de ayrılmaz bir parçası olan ekonomileri, her şeyi ve herkesi koruduğunu anlamıyorlar. Ekonomiyi böyle yıkıma uğratmanın, zenginler ve muktedirlerin birçoğuyla bile onları karşı karşıya getireceğini anlamıyorlar.

Otoriter olmaya duydukları ihtiyacın, halkın (tabii bütün Amerikan halkının değil ama pek çoğumuzun) iradesine karşı savaş açmış olmalarından kaynaklandığını anlamıyorlar. Yaptıkları işlerin pek çoğu halktan şiddetli bir tepki görüyor ve daha da görecek. İktidarın ne olduğunu ve kendi iktidarlarının sınırlarını anlamıyorlar. Hepimizi inançlarımızdan, değerlerimizden, verdiğimiz sözlerden ve bildiklerimizden zorla vaz geçiremeyeceklerini anlamıyorlar. Jason Stanley, Faşizm Nasıl Çalışır (How Fascism Works) adlı kitabında şöyle der: "Faşist ideoloji ilke olarak uzmanlıkla, bilimle ve hakikatle çatışır.” Otoriterler olguyu, hakikatı, tarihi, bilimi ve hukuku bilgiye ve güce rakip sistemler olarak görür ve tek başlarına hükmetmek için bunları alt etmeleri gerektiğini düşünürler. O güce karşı direnmemizin ve onu durdurmamızın bir yolu olguya, hakikate, tarihe, bilime ve hukuka sımsıkı sarılmak ve bunları dile getirmek. Bunun yanı sıra da zihinsel bağımsızlığımızı korumak ve propaganda hortumunun dışında bilgiye ve tahlile dayalı iyi kaynaklara ulaşma çabamızı sürdürmeliyiz. İşin acıklı tarafı, pek çok güçlü kurumun, ki buna belli başlı haberci medyalar da dahil, gücün karşısında dize geldikçe gerçekleri sulandırması ya da yalanları büyütmesi, ya da sadece kendi elit dünya görüşlerinin içine çekilip iş görmeleri. İşte bu yüzden de pek çoğumuz başka kaynaklara yöneldik – bu haber bülteni gibi kaynaklar dahil.

Kimse bundan sonra ne olacağını bilmiyor. Ama bildiğim bir şey varsa o da bundan sonra ne olacaksa, kısmen de olsa bizim bundan sonra ne yapacağımızla ilgili olabilir ve olmalıdır da. Her birimizin kendi durumuna ve kaynaklarına göre bunun binlerce yolu bulunabilir. Bu, dayanışmayı nasıl bulacağımıza ve olabilirliği nasıl anlayacağımıza bağlı. Bunu söylerken bir vaatte bulunmuyorum ya da kendiliğinden olacağını kastetmiyorum, sadece bu kıymeti kendinden menkul diktatörlük karşısında imkanlar olduğu inancını dile getiriyorum. Her zaman vardır imkanlar. Ben bunları araştırmak ve sizlerle birlikte bu imkanları harekete geçirmek için buradayım. Şu anda bir acil durumun içindeyiz. Bu acil durum, daha önce de söylediğim gibi, yeni bir toplumun uzun bir süreç içerisinde ortaya çıkışına karşı bir saldırıyı ifade ediyor ve buna ne kadar zarar verirlerse versinler engel olabileceklerine inanmıyorum. Trump’ın öteden beri “Amerika’yı tekrar muhteşem yapalım” vaadi aslında zamanı geriye çevirmek, eski eşitsizlikleri, baskıları, hiyerarşileri ve suskunlukları yeniden devreye sokmak, çoğumuzun çenesini kapatmak ve dize getirmek için verilmiş bir söz.

Zaman geriye doğru işlemez. Ve biz de teslim olmak zorunda değiliz.

2018’de Michelle Alexander’ın yazdığı çok güçlü bir makale benim için hep bir mihenk taşı oldu. Direnen biz değiliz, onlar, demişti. Nehirleri ve barajları mecaz olarak kullanmış ve değişim nehrinin önüne set çeken biz değiliz onlar diye yazmıştı: “Donald Trump’ın seçilmesi, bu giderek kabaran nehre karşı bir direniş patlamasını, sadece bir duvar dikmek değil bir baraj inşa etmeyi temsil ediyor. Yeni bir ulus doğmak için mücadele ediyor. Her hayatın ve her sesin gerçekten değer taşıdığı çok ırklı, çok etnili, çok inançlı, eşitlikçi bir demokrasi bu.” Ve daha bir ay bile olmadı, Anand Giridharadas kendi haber bülteni The Ink’te (Mürekkep) benzer bir deneme yayınladı (hararetle tavsiye olunur). “6 Ocak Geleceğe Karşı Bir İsyandı. Gelecek Hâkim Olacaktır” diye çarpıcı bir başlık attıktan sonra şöyle yazmış: “Bir süredir başımıza gelenlerin bir geri tepme olduğunu anlamalıyız. Geri tepme. Tarihin motoru değil. Tarihin motoruna karşı bir isyan. Ben onlarla beraberim. Kurumları çökertebilirsiniz, kanunu çiğneyebilirsiniz, kırılgan olanlara saldırabilirsiniz. Ama haklarımıza ve demokrasimize layık olmadığımıza çoğumuzu ikna edemezsiniz; bildiklerimizi unutmaya bizi ikna edemezsiniz.

Acil Durumda Meditasyonlar üzerine birkaç söz daha. Bu apaçık başlığı sevmemin bir nedeni de şu: burada ille şu tarz bir deneme yazacağım ya da konu işleyeceğim diye bir taahhüdüm yok; içinde bulunduğumuz acil durum sürecinde güncelliği olan kısa denemelerle ve tahlillerle insanları bilgilendirmek ve yüreklendirmek (bir yazar arkadaşım bu kelimenin cesaret aşılamak anlamına geldiğini bana hatırlattı) için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Ama burada sadece bunları bulmayacaksınız. Yaşamakta olduğumuz krizle ilgili siyasi denemeler ve tahliller, eylemler ve kampanyalar için linkler, aynı zamanda Michelle Alexander’ın değişim nehri olarak tanımladığı o büyük ortaya çıkma hali üzerine, feminizm ve iklim üzerine, zaferin mümkün olduğu ya da gerçekleştiği yerler üzerine, iktidarın ve değişimin doğası üzerine, umudu savunmak ya da umudun artık fazla geldiği zamanlar üzerine, ya da yıkım karşısında kararlı olmak üzerine de yazılanlar olacak. Ayrıca kendi kitaplarım dışında daha kişisel, daha lirik ve edebi şeyler yazmak için aradığım yuvayı bulmuş olarak yazacaklarım da olacak.

Düzenli aralıklarla yazma sözü veremem ama söyleyeceğim çok şey olduğunu ve bunların çoğunu da burada söyleyeceğimin sözünü size verebilirim. Burada yazmaya başlamamın bir nedeni Facebook’ta ne kadar çok varlık gösterdiğim konusunda uzun zamandır taviz veriyormuşum duygusuna kapılmam. Bu, pek çok harika insanla bağ kurduğum, kuruluşları ve hareketleri izlediğim bir platform, ama aynı zamanda çağımızın en karanlık oligarklarından birinin sahip olduğu bir platform. Buradan belli ölçüde geri çekilmek ve oraya hiç girmemiş olanları ya da orada olmayı pek istemeyenleri, bunun yerine burada bulacakları içerikle buluşturmak istiyorum. Son on yılda birçok dönemde oraya denemelerimi-tahlillerimi gün be gün koyduğum oldu ve artık şimdi o içerikleri burada bulacaksınız (herhalde buraya gelmeniz için oraya koyacağım linklerle). Ve buradaki bütün içerikler ücretsiz olduğu halde, ödemeli bir abonelikle emeğimi desteklemek isteyenlere de müteşekkir olacağım.

Benimle birlikte olduğunuz için teşekkürler.


* Rebecca Solnit'in 'Welcome to Meditations in an Emergency' adlı makalesi Nur Deriş tarafından çevrilmiştir.